13 Ekim 2017 Cuma

Matmazel 2

Matmazel 2


matmazel, aşk, bir deli mavi, kurmaca, hikaye, deneme


        Matmazel her zamankinden çok bunalmış ve çareyi balkona çıkıp bir şeyler karalamak da bulmuştu. Derin bir nefes ile döküldü tüm cümleler. Sarhoş bir kadın çığlığı duydu derinlerde. Anlatacak çok şeyi vardı. Kaybettikleri de bir o kadar fazlaydı...
   
        Eskiden hep normal gelen şeyler, artık artan özlem ile birlikte garip hissedilir oldu. Bazen diyorum ki "ya hiç tanımamış olsaydım?" Bir adamı, daha hiç görmeden nasıl olur da yıllardır tanıyor gibi hissederim hiç anlamıyorum. Ama oluyormuş işte. Sağda solda, benim ruhumun dahi hissedemeyeceği bir uzaklıkta bir fotoğraf çekiliyor ve benin ömrümden ömür gidiyor gülüşünü gördüğümde. Sonra bir daha güneş hiç doğmamalı bize diyorum...

        Öyle bencil bir kadınım ben işte. "Ya" diyorum "biri benim onda gördüğüm o şeyi görürse!", "Ya benim hissettiğime yakın şeyler hissederse!" Gerçi olmaz değil mi? Benim onda gördüğümü göremezler değil mi? Benim ona duyduğum bu saf sevgiyi onlar yakalayamaz değil mi? Korkuyorum işte, uyuyamıyorum epeydir. Bu düşünceler kemiriyor beynimi. Ve tabi bu his inanılmaz.

        Ve tabi merak ettiklerim de var. Daha dokunamadığım bu teni benden başkasına tövbe eder mi mesela?  Çayı sever mi benim için? Kahve fincanını hangi eliyle tutuyor? Halen mercimek köftesi seviyor mu? Bana gelir mi artık? Kaçmaktan hiç vazgeçer mi? Saçını hangi yöne taramayı daha çok seviyor? Çorap tekini bulabiliyor mu? Saçına sakalına karışmama izin verir mi? Annemin dizi gibi uyuyacağım dizlerinde saçlarımla oynar mı? Rakıyı mı daha çok seviyor, birayı mı?

        Ve tabi bu soruların cevaplarını alınca bir yenilerini ekleyeceğim ardına. Beni iyileştiren o sesini her gün duymak istiyor yüreğim. Sanki açılan her bir yara bir bir kapanıyor. Her iz siliniyor. Yeniden doğuyor yara bandı tutmayan bedenim. Ben yeniden doğuyorum. Bir kez değerse dudaklarım gamzesine, işte o an huzur denilen şeyin aslında çok da uzak olmadığını anlarım. Aslında huzurun onun iki dudağı arasından çıkıyor oluşunu kanıtlarım.

        Ama yapmamam gerekiyor değil mi? Onu kendimden uzak tutmam gerekiyor. Yaralarıma dokunduğunda onun daha da kanayacağını bile bile nasıl olur da beni sev derim ki ona. Hayatım boyunca karıncaya kıyamayan yüreğim, gece'me nasıl kıyar. Açılan hiçbir yara iyileşmez ki. Ne deyim, " bak ben çok yara aldım, çok canım yandı, ne kadar sevsem de canını yakar ellerim" mi diyeyim? "Ben kör bir kuyuyum,  yaklaşma boğulur gözlerin, incinir yüreğin" mi yoksa? Düşüncelerimi boğ, beni en derin çıkmazlara sok. Ben yapamıyorum, sen vazgeç benden... Beni bırakma.

        Matmazel uyanmak istemediği bir uykuya daha daldı sonra...



3 Ekim 2017 Salı

Cebimde Kalan Bir İki Nefes

Cebimde Kalan Bir İki Nefes

kişisel blog, deneme, ölüm, intihar, bir deli mavi, semanur kök


        Kadın yine diğerlerinden pek de farklı olmayan bir sabaha uyanmak için yatmıştı. Uykusuzluğun verdiği zihin yorgunluğu yetmez gibi farklı bir adamla uyanacak olması da bir hayli yoruyordu onu. Sonra derin bir nefes çekti, yatağın kenarına oturdu. Sağ omzundan geriye doğru baktı, o adamı tanımak için çaba harcadı. Aklı bulanıyor, acılar çekiyor fakat bir şekilde unuttuğu bu adamı tekrar hatırlama eylemini başarıyla gerçekleştiremiyordu.

        Ellerini saçlarına geçirdi kadın. En dipte iken sıkıca çekti saçlarını. Aslında koparıp almak istiyordu önce. Sonra kıyamadı, düşlerinde sevdiği o adamın saçlarına aşık olduğunu hatırladığından. Eskimiş mutluluklar getirdi aklına. Dizlerinde uyuyan ve saçlarına ellerini geçirdiği o adamı hatırladı. Bir türlü yüzü gelmiyordu hatırına. Bir türlü bahar olmuyordu bu şehirde...

        Yatağından kalktı, balkona geçtiği süre zarfında onlarca şey düşündü kadın. Her sabah uyanmak zorunda bırakıldığı bu adam da kimdi? Sol yanını sızı içinde bırakan, sarılamadığı, uzaklaştığı bu adam da kim? Durdu ve derin düşüncelere daldı. O sıra ardı arkası kesilmeyen sigaraların bir yenisi de yanmıştı. Derin bir nefes ile çığlık ata ata en sessiz ağlamasını yaşadı kadın.

        Sonra bir ayak sesi... Yanından öylece geçti adam. Kadınsa halen bu yabancılığa anlam veremiyordu. Ardından tekrar bir düş gördü kadın. Hava alanında sarılırken yerlere yattığı bir adam bedeni ve yine hatırlayamadığı bir yüz daha. Bir yenisini yaktı sigarasının, tabi bir yudum da aldı tadını unuttuğu birasından. Tekrar anlam veremediği bir ağlama nöbeti. Üzerinde incecik mavi ipek bir gecelik, dışarısı -10 derece. Hissetmez mi bir insan acıdığını, hissedemiyordu işte kadın artık. Hissetmiyordu... alışmıştı...

        Bir yenisini yakmaya cesaret edemediği sigarasının paketini kapattı ve kenara koydu kadın. Yavaş adımlarla yatağına döndü. Halen kim olduğunu bulamadığı o adamın yanına  kıvrıldı korkuyla. Ellerini yumruk yapmış, dişleriyle sıkarken bir yenisi daha eklendi ağlayışlarının. Sonra birbiri ardına dökülen anılar,hatırladığı korkunç şeyler ve kahrolduğu o gerçek. Yanında öylece yatan o yabancı, evvelinde kendinden iyi tanıdığını düşündüğü o adamdı. Kadın buna katlanamıyor aklına geldikçe ölüp gitmek istiyordu...

        Aynı yatak içinde öldürmüştü bu iki aşık birbirlerini. Çok ağlıyor ama ne fayda. Artık yüz yüze gelmeye çekiniyordu. Her ikisi de ne kadar sevdiklerini unutmuş aynı yatak içinde iki farklı beden olmuşlardı. Sonra kadın kafasına vura vura ağlamış fakat adam kulaklarını kapatalı çok olmuştu. Birinin diğerini görmesi için illa ölmesi mi gerekiyordu. Kadın bu düşünceyle döndü durdu yatak da. Üzüldü ve daha da üzülecekti belki de. O da bu duruma son vermek istedi. Derince alınan bir nefes ile salonun ortasına bir garip gri ip astı kadın. Zamanın da seviştiği, ağlaştığı, sohbet ettiği o salonda astı kendini. Geriyi hiç düşünmeden... 



28 Eylül 2017 Perşembe

Bir İki Üç Tıp...

Bir İki Üç Tıp...



        Bloglamak adı altında bir şeyler yazayım diye oturdum şuraya, yaklaşık 20 dakikadır ekrana bakıp duruyorum. Hayır da ne yazayım ki. Ne kadarını dökeceğim cümlelere. Nasıl olacak ki. Zaten olmuyor da. Şurada ağlasam hanginizi üzüyor ki. Ben mutlu olmak için ne yapmalıyım. Ne istemeliyim ki artık. İsteyemiyorum da çoğu zaman...

        Tek isteğim annem beni düşünmesin. Babam bir kızım var demesin. Kardeşim güçlü bir ablam var benim demesin. Çünkü değilim ki, benim önemsemesinler. Ölmek istiyorum bu çok mu korkunç ki. Bunu afilli söylesem, daha az korksanız ve ben de aranızdan usulca çekilsem. Babamın gözünden tek damla düşürmeden ölmenin yollarını arıyorum. Ve tabi sevdiklerimin. Beni sevenler demiyorum bakın, çünkü sayısı oldukça azdır.

        Bana hiç dokunmasanız mesela. Oracıkta kaybolup gitsem. Söz size haber getireceğim cehennem var mı diye. Bir gün öldüğümde beni kitaplarımla gömmelisiniz. Kalbimin üzerine koyun elimi de, öyle gömülmek istiyorum. Her geri adım attığımda kalbimde oluşan o acının, kanayan onlarca yerin ve kırılan kemiklerimin sayısını düşünmek istemiyorum artık. Her şeye değecek, bana yakışır bir ölümün peşindeyim şu sıralar yalnızca.

        Annemin en çok değer verdiği halısına denk getirmeden, birkaç adım ötede kanamak istiyorum, susmayan şu kalbimi vura vura susturmak(durdurmak) istiyorum. Boynumda hissedemediğim o ellerin, beni boğup kenara atmasını izlemekten yoruldum. Her saniye yine ne olacak ve biz yıkılacağız demekten de öyle. Aramıza ördüğümüz o duvarı bir umut maviye boyamaktan da, sevmediğimi düşündüğü her dakika da biri kalbimi göğüs kafesimden söküp yere atıyor gibi hissediyorum.

        Dışarıya baktım az önce . Her şey ışıklar içinde. İnsanlar sahte bir şehrin, yüzsüz yerleşikleri. Umudum kırılıyor git gide. Bana ailemi üzmeden yok olmanın bir yolunu söylesin biri. Ya da sonsuza kadar susun...  Susun ki kolay ölmeyim, biraz daha acı çekeyim. Hissettiklerimin yarısı bile etmez şu yazdıklarım...