20 Kasım 2018 Salı

Tam Da bu Zamanlar

Tam Da bu Zamanlar


        Zaman tam da bu zamandı. Ben pencere kenarında oturup, yazmayalı aylar olmuş diye düşünürken, kafamın içinde kıyametlerin koptuğuna şahit oldum. Her şeyin boktan olduğu ama yine de yaşıyorum diye sustuğum süre zarfına şöyle bir baktım da bir sürü insan kaybetmişim. Ne koltuk kenarına tutunacak halim kalmış ne de ayağa kalkacak. Derin ve daha derin bir yerde belki benden geriye bir şeyler kalmıştır diye intihar etmiyorum.

        Olduğum ve olmak istediğim kişi arasında sıkışıp kaldım. Ben buyum işte deyip köşeme çekiliyorum. Sonra içimdeki bir ses "bu kadar mısın yani?" diyor. Tekrar kendimi aramaya koyuluyorum. Yollar geçiyor, tepeler aşıyorum. 24 yıldır kendimi bulamadığımı ve herkes gibi olmak istemediğimi fark ediyorum. Ben bir kadının saçlarının kokusu kadar serin, türbanında ki rüzgar kadar kararlı olmak istiyorum.

        Hayat bazen baş edemeyeceğin sınavlara sokuyor seni. Bazen bir şeyler hissetmekten öylesine korkuyorsun ki. Ellerin titrek selamlaşıyorsun herkesle.Herkesle mesafeli, kalanıyla aşırı samimisin. Ben de bu zamanlarda kaçıyorum insanlardan. Konuşmak veya beni anlamak isteyen herkesten ölesiye kaçıyorum. Zaman daralıyor dedikçe kafamın içindeki ses, ona ölümle dahi olsa kavuşma arzusu kaplıyor bedenimi... Geceye ulaşmanın kolay yolu olmadığını zaten biliyordum...

        Gökyüzü herkese yeterdi de, bir geceye yetemedi. Mevsimler değişiyor, aylar zaten durmuyor yerinde. Ben neden bu kadar kapana kısılmış gibiyim bilmiyorum. Daha kendim olamamışken, birçok şeyim insanların hayatında. Beni de en çok bu konu üzüyor zaten. Ama umutsuz olmayı gördüm bazı insanların gözünde. Aslında olmadıkları ama öyleymiş gibi davrandıkları hayatları yaşıyorlardı. Üzülmedim. Ama yüzlerinden akan kibri gördükçe acıdım onlara. "Sensin aslında acınacak olan" dedi kafamın içindeki ses. Neden yenileyim ki iç sesime. Sadece biraz yalnızlaşmak istiyorum. Herkesle, kimse değilmiş gibi yaşayıp gitmek. Ama ölmek değil. Kolay bir son istemiyorum.

        Günün birinde ölüm beni eski bir dostu gibi selamladığında, başıma ağıt veya ağlamak için gelinmesini istemem. Bir arkadaşım "eğer ölürsem helvama anason koyun" derdi. Ayık kafa ile yas tutulmazmış. Eşinin ölümü onu bu hale getirmişti. Kolunun, bacağının, başının ağrısı bir şekilde kesiliyor. Bazen en basit ağrı kesiciler çözüm oluyor. Ama neresinden tutsan elinde kalan bir hayatın ağrısı bir türlü çözülmüyor bu evrende. Bir türlü esas ağrı kaynağına ulaşamıyorsun. Çaresizce "GEÇER" diyebiliyorsun. Ama o ağrı hiç geçmeyecek. Bir kuyunun dibinden sizi çekip çıkarmaya çalışanlar, aynı kuyuya itecek sizi. O eli tutmak yerine kuyudaki yalnızlığınızı, ete kemiğe bürünemeyecek ama sizi hep dinleyecek suyla paylaşın...