20 Aralık 2017 Çarşamba

Zulamdaki O Anı: Uzun Hikaye

Zulamdaki O Anı: Uzun Hikaye

deneme, öykü, bir deli mavi, blogger


        Kalktım, sanki dün gece bir şey olmuş gibi. Sanki yine dün gece ağlamışım gibi. Zaten az evvel alarmım çaldı. Bu saatte uyanmayı planlamışım meğer. Ama kime söz verdiğimi hatırlamıyorum. Kendime kahve yapmaya karar verdim. En azından o arada kime söz verdiysem beni arayıp hatırlatır. Ben de hasta olduğumu söyleyip planı ertelerim. Genelde aynı şeyleri yapıyorum. Kahvemi yine beni gün boyu ayakta tutacak kadar sert hazırlıyorum. Elime telefonumu alıp bir şeyler bulmak umuduyla karıştırmak istiyorum. Ama telefonum az evvel kapanmış. Sanki son görevi olan uyandırma işini yapıp uykuya dalmış. Bir anda kapının sesiyle irkildim.

         -Merhaba burası Güler Apartmanı mı?  
         +Evet buyurun, ne vardı? 
         -Zahide ve Ahmet Güler neyiniz oluyor? 
         +Annem ve babam, bir şey mi oldu, lafı gevelemeyin artık. 
         -Anne ve babanız 2 gün evvel bir kaza geçirdi ve vefat ettiler, bu kutuyu size iletmemi kardeşiniz istedi. Cenazeye gelmenizi istemediği için haber vermediğini söyledi. 
        +Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz? Ne diyorsunuz siz? Ne demek annen ve baban öldü ama ona son kez dokunmayın diye biz onu gömdük? Siz ne saçmalıyorsunuz? 

         O an kendimi tutamadım o adama kaç kez vurduğumu hatırlamıyorum. Tabi ben de kaç kez vuruldum. Ellerime baktım da neredeyse kanayacak o adamın vücudunda oluşan morlukları tahmin dahi edemem. Uyandım sonra... Neyse ki rüya imiş. Ama sürekli aynı şeyleri yaşıyor gibi de hissettim. Mutfağa geçtim, kaynaması için ocağa su bıraktım. Göz ucuyla kahveye baktım. Uyanıp kendime gelmek için içmek istiyordum ama kapı çalar diye de korkuyordum.

        Bir hışımla kalkıp dolabı açtım ve dolap kapağında duran votkadan aldım biraz. Tabi biraz da Red Bull. İçmeye niyetlendiğim anda kapı çaldı. Korku ile votkayı yere döktüm "kahretsin". Gidip sanki dökme sebebim kapıdaki adammışcasına bir sinirle açtım kapıyı. Adamı görünce tüm sinirim geçti. Kitap sipariş etmiştim onlar gelmiş.Epey bir sakinleştim. Bir anda telefonum çalınca ürktüm. Kapalı sanıyordum, sonra bir sakinlik... "sahi o rüyaydı" Ali abi arıyor...

       "Ali abiye asla yalan da söyleyemem ki ben ya." Telefonu açtığımda geç uyandığımı ama mutlaka sözümü tutup sahaf dükkanına uğrayacağımı söyledim. Sonra votka pisliklerini temizleyip odaya geçtim. Oda dünden kalan izler var gibi dağınıktı. Halen düne ait ne yaşadığımı bilmeden hazırlanmaya koyuldum, kışın makyaj yapmayı sevmediğim için çabucak hazırlandım. Tramvaya geçerken onu gördüm. Üzerini düzeltiyordu, beni görmedi. Zaten senelerdir görmüyor.

        Tramvay yaz kış demeden soğuğunu ve kalabalığını koruyordu. Bir koltuk boşaldı. Yaşlı amca bana geç otur kızım dese de "siz oturun lütfen benim 3 durağım kaldı" dedim. Bu tarz yalanlar günah mıdır acaba? Neyse yaşlı amca konuşmamızdan 7 durak sonra indi ve inerken bana gülümsüyordu. İnsanların bana gülümsediğini görmek kendimi zengin hissetmeme neden oluyor. Nihayet inebildim. Vapur saatine 1 dakika olduğu görünce koşmaya başladım.

        O an iskeleye vardığım anda uzaklaşan vapuru görünce gülmeye başladım. "o gemi burada bile gelmiyor, orada nah gelir" Anlamsızca gülüşüme delirmiş gibi bakan teyzeler ve amcalara rağmen kahkaha atmaya devam ediyordum. Sonra sakinleşip bir köşeye oturdum. Derin bir nefes çekip beklerken bir sonraki vapuru, dün gece olanları hatırlamaya başladım. Aniden kafama tonlarca ağırlıkta kayalar düştü. Bir anda o ağırlık altında ezildiğimi hissettim. Olaylar flaşlı kamera ile çekilmiş fotoğraflar gibi gözümün önüne geliyordu. Aniden ağlamanın önünü kesemedim.

        -Hanımefendi iyi misiniz?
        -Bir sorun yoktur umarım, şekeriniz mi düştü? 
           +Yok hayır, sorun yok iyiyim...

        Yavaş bir hamle ile ayağa kalktım, Vapura bindim. Dış kısımda oturmak için yerler yoktu, ayakta ve bu soğukta denize en yakın olduğum yere geçtim. Ki zaten bir ara deniz beni çağırıyor diye düşünüp atlamaya da karar verdim. Artık neredeyse ağlamıyordum. Dün gece benden vazgeçtiğini hatırladım. Bunu üstelik bana söylemeye dahi ihtiyaç duymamıştı. Vapurdan indim. Köşede Ali abi beni bekliyordu. Dükkana gelmemi beklememiş, muhtemelen başka bir plan bile yapmıştı. Onu görünce derin bir muhabbete düşeceğimizi biliyor gibiydim.

       Elinde bir tane karanfil vardı, ucunu koparıp dağınık saçlarımı kulağımın ardında toparladı. Ve elimi dahi sıkmadan, sarılmaya başladı. O an ellerim hava kalmış ne olduğunu anlamaya çalışırken sessizliğimi Ali abi bozdu. "vazgeçti değil mi seni beklemekten?" O an cevabımı ona sarılıp ağlamaya başlayarak vermiştim. Ellerimi ilk defa gözlerime götürmeden ağlamaya devam ettim bir süre. Ayırdı beni kendinden yine aynı sahil kenarına gittik. O ayarlarken oltasını "geçmeyecek, bitmeyecek bu acı ama hafifleyecek kızım" deyip duruyordu. Bense elimde telefon ile onun sosyal hesaplarına ulaşmaya çalışıp gururuma yediremiyor ve sürekli ağlıyordum. Çok geçmeden Ali abiden tepki geldi. 

        -Ne bekliyorsun, bu şekilde sana geri mi dönecek. Hadi döndü diyelim bir defa gitme cesareti göstermişken daha sonraları yine gider mi acaba deyip seni düşüncelere boğacak. Bu düşünce seli altında boğulup kalacaksın kızım. Ne kadar iyi yüzdüğünü sanıyorsan da seni elleriyle görünmeyen kayalara vuracak. Kızım buna değer mi?
       +Hayır buna değmiyor haklısın.
       -Benim derdim hakta hukukta değil kızım 22 yaşında bir kızın kendini köprüden atmasını engellemeye çalışıyorum. Korkma geçer desem kendini paralayacaksın neden geçmiyor diye. Üzülme yeter ki. Daha az acıtacak zamanla ama geçmeyecek. Alışacaksın ve bu alışkanlığın seni ilerde tekrar üzecek. Değmez...

        O an yine ağlamaya başladım ve tekrar uyanmak ve rüya olmasını dilemek dışında yapacak bir şeyim yoktu...


3 Aralık 2017 Pazar

Deli Ve Doktor (Nöbet)

Deli Ve Doktor (Nöbet)

bir deli mavi, semanur kök, deneme, deli ve doktor

Güneş doğdu,
Doğdu... doğdu...
Şişşşt güneş doğdu...
Her şeyi kaybettim.
Doktor beni öldür artık,
Ya da iyi et aklım aynı kalsın...
Sesler geliyor...
Şişşşt geliyorlar...
Doktor geliyorlar koru beni...
Durun ya, vallahi durun,
Dokunma!
Şişşşt bağırma... bağırma...
Ben kaybettim doktor,
Ellerime başka bir el değsin istemiyorum ki.
Ellerim diyorum ellerim,
Ellerime bak!
Tamam sustum... bağırmıyorum...
Kimse kalmasın bu dünyada,
Bir ben ve hatalarım...
Hatalarımı ne çok sahiplendim değil mi,
Hatalarımı bir bir ben yarattım çünkü.
Gördün mü bak Tanrı da konuştu benimle...
Beni yaratmış olmanın utancını gördüm onda.
Yok Tanrıyı değil, bir utanç gördüm...
Şişşşt dokunmayın bana.
Neden halen şu ışıklar yanıyor,
Ben epeydir karanlıktayım,
Madem bir aydınlık var, neden tutmuyorsun elimden...
Beni bu karanlıkta nasıl bırakırsın.
Bana bakma doktor seninle konuşmuyorum...
Konuşmuyorum... konuşamıyorum...
Neden ben onunla konuşamıyorum doktor.
Sesini duyar duymaz bedenimi ortadan ikiye bölen bir acı...
Acıyor doktor...
Acıyor ve senin boktan ilaçların o acıyı unutturmuyor.
Susun artık, bu sese dayanamıyorum,
Artık neredeyse hiç uyuyamıyorum,
Ellerimi tutmaktan hiç vazgeçmesin ben...
Ben bilmiyorum doktor...
Kim olduğumu bul artık.
Gitmemi istemiyorsun sen, iyileşmemi de öyle...
Bana artık dokunma doktor,
Canım halen bir mum gibi yanıyor...
Işığım kendime zor yetiyor.
Sesler.... sesler.....
Aaaaaaaaa!!!!!!!  Susturun artık şu lanet sesleri,
Yeteeeeer!! Dokunma bana!! Susturun şu evreni...
Doktor sen de öldür artık beni,
Ya da iyileştir,  aklım aynı kalsın...


17 Kasım 2017 Cuma

KAYIP

KAYIP

Hüzün, bir deli mavi, kişisel blog, kayıp şiir, deneme

        Ortalığı aniden bir karanlık bürüdü. Bir nefes yalnızlık ile oturduk gecenin karşısına. Bir tutam zencefil ve bir kaşık tarçın misali bir yalnızlık da yanımızda... Yolda öylesine sakin yürürken gördüm, bir çocuk kaçıyordu uçurtmadan ve bir kedi sinmişti bir ağacın gölgesine, etraf karanlık...

         Ayaklarımın ikinci bir adımı atmaya kalmamış dermanı. İkinci bir hüznü paylaşamıyorum. "Elimi tutan yok mu?" diyor karanlıkta o ses. Tutuyorum, inanıyorum, aptalım... Elini tutar tutmaz çekiyor beni karanlığına. Etraf halen karanlık...

         Ben ona dokunur dokunmaz aniden ikiye bölünüyor sessizlik. O sesi hatırlar gibiyim. 3 günlük bebeği ölen, artık yarı ölü bir kadının attığı sessiz bir çığlık o. Öylesine tiz ve hali kalmamış. Bir ses daha duyuyoruz derinlerde. "Düştüm beni kaldıran yok mu?" diye bağırıyor. İnanıyorum, aptalım... Bir insan ne kadar batar ki demeyin dostlar, daha da derine batıyorum. Etraf alabildiğine karanlık...

         Kimsenin beni duymaya niyeti yok. Derinlerde kaybolmuş o kalbe dokunuyorum. Mutsuzluk aniden kayboluyor, dumanı kara sisler içinde. Bedenimi bir avuç dolusu hüzün kaplıyor. Güneş bir daha hiç doğmuyor. Çamura bulanmış ve dokunduğu her yeri kirleten çocuklar gibiyim. Kendi kirliliğimi seviyor ve etrafa zarar verdiğimden habersiz yaşıyorum. Bir kenar mahalle bakkalında alınmayı bekleyen yarım kiloluk bir neşeyim artık. Ve etraf halen çok karanlık...


13 Kasım 2017 Pazartesi

GÖLGE VE TANRI

GÖLGE VE TANRI

aforizma, paralel evren, kişisel blog, aşk, bir deli mavi


Şimdilerde var olduğuna inanmak kadar aptal bir şeydir aşk.
Sahi gerçekten mi varsın?
Ben karalığın içinde, bir tane daha ben keşfettim.
Aynı şekilde yürüyen ama farklı zamanlarda bir ben.
Güneş düştükçe en tepeye ve güzelleştikçe gölgeler,
O karanlık evrende umduğunu buluyor sanki.
Boyları kısa ama etkisi uzun olan umutlar biriktiriyor,
Hatta bazen şimdiki bana çarpıyor.
Her "nefes alıyorum" deyişinde elleri denize uzanıyor.
Umudunu kaybettiği anda etrafı karanlık bir mezar.
Dikkatini çekmeye çalışıyor bu hayatın,
Yakasına yapışıp hakkını istiyor bu evrenden,
Tanrı onunla da konuşuyor.
Ona bir şiirlik ömür hediye ediyor.
Ve bir gece yine ayağı takılıyor şimdiki bana.
"Sen nasıl dayanıyorsun" diyor.
Ben de hissediyorum onu, konuşuyoruz...
O bana bir daha uğramak istemiyor,
Ben de ona yaklaşmıyorum. 
Herkes biliyor ama gerçeği...

Kalabalığın o saçma yüzünü gizliyoruz insanlardan,
Kanıyorlar...
"İnsanlar aptal" diyor bir ses oradan,
Onlarca pisliği görmezden gelip kızıyorlar,
Kızıyorlar aşkla sevişenlere,
"Tanrı yasakladı" diyorlar, 
"O bizi unuttu" diyor kendi evreninde mutlu ben.
Görmezden geliyorum hepsini,
Susuyorum...
Biliyorum olup bitenleri,
Bir daha hiç aynı olmayacak mesela,
Eline aldığında bir oyuncağı, aynı hissetmeyeceksin.
Mesela izlediğinde o filmi ikinci kez, aklına onu getirmeyecek.
Veya seviştiğinde onunla yine, aynı özeni göstermeyeceksin.
Basit gelecek sana tekrarlar, değersizleşecek,
Yüzsüzleştirecek seni...
Ve yine geldiğinde karanlıktaki o ses,
"Susun" diyecek, "daha fazla konuşmayın"
Susacaksın...
Bu pisliği kapatacaksın,
Çünkü sen de biliyorsun sevdiğine dokunduğun anda atan o kalbi,
Ve tabi sende bıraktığı o iz.


Gölgeler sevişiyor sizler gündüz vakti uyurken,
Ve sen biliyorsun,
Dokunduğunuz o andan itibaren yok ediyorsunuz birbirinizi,
Belki de Tanrı korkmuştu gördüğünde sizleri.



8 Kasım 2017 Çarşamba

Trajikomik Hüzün

Trajikomik Hüzün

blog, aşk, şiir, şair, deneme, hüzün, trajikomik


Ey ahali, var mı kendini bulan?
Yoksa bir ben miyim bu evrende kaybolan?
Sahi neydi yaşamak?
Mum olmak mı istersin, mumluk olmak mı?
Kendimi düşünen adam heykeli gibi hissediyorum epeydir.
Fazla kararlı ama öylece duran.
Belki benimde duran adam heykelim yapılır.
Sonra zaten adım her bir yere yayılır.
Belki bu mavi kız zamanla aranıza katılır.
İnsan gibi hisseder belki kendini.


Mesela bu sabah kendimi çöp kamyonu gibi hissettim,
Az bir vakit geçmeden de öyle olduğumu fark ettim,
Derince bir nefes çektim...
Tüm çöpleri toplayınca kirleniyormuş insan,
Toplasan 5  adamız, etti sana tek lisan,
Fazla uzatmaya gerek yok, uyuyabiliyorsan,
Çekilirken güneş en tepeme, gölgelerim kısalıyor,
Gölge beni terk etme, gözlerim dayanmıyor,
Bir daha geri dönme, bu gidişler bitmiyor...

Sabahın ilk ışığı omuz çukurlarıma vuruyor,
Sevmek neydi diye sorular soruyorum yanımdaki kediye,
Dönmüş biliyormuş gibi bir de "miyav" diyor.
Sevmek ney ahali?
Sevmek yıllarca baktığın çiçekleri, solsun diye balkona bırakmaktır,
Sevmek yüzündeki her gülümsemenin yarım kalmasıdır.
Ve siz bilgili ahali!
Sevmek yenilgiye teslim olmaktır.
Sakın sevmeyin.

Şimdilerde kendimi bir uçurtma gibi hissediyorum,
İnanılmaz özgür ama gökyüzünde kaybolmuş,
"Daha mükemmel değil mi gökte kaybolmak" dedi bir ses!
Kim o diye bakındım etrafa, yok göremiyorum.
Sonra bir rahatlık  geliyor, bu bizim kedi Rıfkı,
Rıfkı'yı sal sokağa 5 dakikada kaybolur,
3-5 gün gider gezer, sonra hemen bulunur,
Garibim gökyüzünü fazla huzurlu bulur,
Sevmek gökyüzünde kaybolmaktır, ona anlatın nolur...

Uykuya her yatışım, uykusuzluğa sürüklüyor beni,
Geçmişe dönüp bir bakayım derken tutuluyor boynum.
Bugünlerde fazlaca hiç'im sadece,
Bir deli gibi kalabalık başım, kafamın içi bomboş,
Hayat sol omzumdan yakalayıp tutuyordu beni,
Ve Tanrı bana yasakladı seni,
Ve siz ideolojileri olan ahali, uyuyun...
Rıfkı sen uyuma, uyutmam.
Daha konuşulacak tonlarca kelime var.
Kaybolmuşluğum ve bir şişe beyaz şarap...


5 Kasım 2017 Pazar

Mavi'den Dörtleme: Sayko Şarkılar

Mavi'den Dörtleme: Sayko Şarkılar

sayko şarkılar, sayko, bir deli mavi


        Hayatımızın en saçma yıllarını yaşarken, bendeniz Mavi'den de bir iki saçma şey duyun istedim ve hazır da uyumazken biraz yazayım dedim. Bir dönüp baktım ki, sevgili blogum kasvet ve buhran dolu olmuş.Hem ruh halimden bir nebze uzaklaşmak, hem de gülmek adına hunharca yapılan şarkıları dinlemeye başladım.Hazır epey zamandır dörtleme de yapmazken, oturup bir de sizinle de paylaşayım ne dinliyorum diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz?

        Günümüz müzik sektörü benim için çok vahim durumda. Ne yazık ki çok iyi parçalar arkalarında çok sağlam bir prodüktör olmadan iş yapmıyor. Ve ne yazık ki saçma sapan şarkılar sırf bir ismi var okuyanın diye altın tepside bize sunuyorlar. Resmen gıda zehirlenmesi. Eskiden çok iyi absürt şarkılar yapılıyormuş. Özellikle 80'ler ve 90'lar. Günümüzde ise maalesef bu şarkılar "çikita muz"dan öteye gitmiyor.  Oturup hem biraz gülelim, hem de şaşıralım istiyorum. O halde hadi başlayalım sevgili mavi kelebeklerim♥

                                      Grup Raptiye- Hello Malatya
      Ya valla çok severek dinliyorum ne yalan söyleyeyim. Aslında zamanın artist olma uğruna, bu yolda yok olan insanları da anlatıyor bana göre. Hem izleyip hem dinleyelim. İyi seyirler.



MFÖ- Sude
        Severek dinlediğim, dinleyince anlaşılmasa da, birkaç dinlemeye ezberleyeceğinize eminim. Mfö zamanın en iyi şakılarını yapan grup bence. Halen severek dinliyorum şarkılarını. Sizleri de en saykosu ile başbaşa bırakıyorum.



Bizim Murat- XXL Fil Diyeti
        Ya klibini izleyip en çok güldüğüm şarkı olabilir galiba. Ya bu adam neyin peşinde acaba diyordum önce. Sonra zaten ne güzel bir şarkı, izleyen hem mutlu oluyor hem de diyet yapmaktan vazgeçiyor diyorum. asfsldjhd :) :)



Süheyl ve Behzat- Abdulkadir
        Aslında bir eleştiri ve taşlama adına çıktığını söylemişlerdi bir programlarında. Yanılmıyorsam Şahane Pazar'dı. Çok severdim izlemeyi. Şarkıcı olmak için tüm imajını değiştiren ve prodüktörlerin köpeği olup saçma sapan şarkılar yapanlara bir gönderme niteliğindeydi. Abdel Kader'in Abdülkadir isimli şarkısının alt yapısını aynen kullanarak yapmışlardı. Alın size şarkı der gibi. İyi dinlemeler ve görüşmek üzere mavi kelebekler.




1 Kasım 2017 Çarşamba

Şairler Küs Ayrıldı Abi

Şairler Küs Ayrıldı Abi

Bir Deli Mavi, hüzünli şiir, aşk şiiri, Semanur Kök


İki kere iki dört ediyor bizim coğrafyalarda,
Ben hep beş etsin istedim abi,
Beş etsin, on beş etsin,
Ne kadar beş yan yana gelirse o kadar etsin işte,
Onunla benim ayrı oluşuma az gelirdi dörtler.
Altı desen o hep fazla..
Ben gülmek istiyorum abi bugün,
Çünkü tüm yazanlar küs ayrıldı bu dünyadan.
Ha ben öyle yazıyorum da demem,
Allah var, soranlara "karalıyoruz iste bir şeyler" diyorum.
Evet Allah var bu arada abi,
Ben bıraktım da o bırakmadı beni hiç,
Beni bu memlekete küstürdüler be abi,
Her gelişimde Kadıköy'e,
Hep daha bi' küs dönüyorum eve.
Beni sağlam bir eve koydular,
Üzerime hep kapılar kapatıldı,
Duvarlar yıkıldı,
Ve geldi Salı...
Salı işte, çarşambadan az evveli,
Cumaya oldukça uzak,
Bir salı akşamı, duvarlar yıkıldı üzerime,
Mavi-beyaz duvarlar...
Evim diyordum abi o duvarlara ben,
Bizim diyordum.
Bizim değilmiş be Ali abi...
Gitti abi gitti,
Geceye ilerledi, kayboldu,
Gidemedim ardından, koştukça daha da kayboldu.
Zaten ben de yoruldum,
Dizlerimin üzerine çöktüm ağladım,
Sesimin en az çıktığı ama en çok yakan ağlayışımdı belki de.

Şairler küs ayrıldı Ali abi,
Bu şehre küs gitti hepsi,
Toprak o günden beridir siyah,
Ve her yağışında yağmur,
Ayrılık kokar bu memleket.
Şiiri sevmeyen şair olur mu abi,
Yemin olsun tanıdım, tanıyordum da hala,
Ona sorsan değilim der de işte,
Alt alta yaz yazdıklarını şiir bulursun abi...


Sokağa çıkınca demi artıyor yalnızlığımın abi,
Bi' sana geliyorum ben de.
Hani senin umutla akşama kadar bir balığı bekleyişin var ya,
Ben öyle umutla bekledim güzel günleri,
Senin işinle benim iş benziyor biraz abi,
Sen umutla bir balığı bekliyorsun ama sana geldiğinde can çekişini görüyorsun ya!
Sonra atıyorsun denize tekrar kıyamayıp,
Ohh Ali abimiz o gün aç,
Ben de öyle bekledim abi bana gelişini,
Her gelişinde gördüm abi can çekişmelerini,
Denizine dönene nasıl kal ve benimle öl deyim Abi?
Neyseler sıkışırdım hazneme,  biraz da nesneler..
Gelseler... gelseler... Ve gelseler...
Ama bir daha gidiş yok abi!
Bir daha aynı şekilde gelseler...
Her gelişi bir öncesinden daha kötü oluyor abi,
Söz verdim kendime uzak duracağım abi ondan,
Bir daha gelmesine izin vermeyeceğim,
Bir daha ölüyor oluşunu izleyemem ben...

Sonra bahar geldi işte abi,
Her bitirişi taşıyan çantasında,
Her şeyin son bulmasından mıdır bilinmez de,
Adına sonbahar diyorlar abi hayatımın,
Mevsimin de, insanın da en soğuk olduğu dönemler geliyor abi,
Bir bahar daha bitiyor yanağımdaki çizgide,
Hayat denen yarışın, askıları kesiyor omuzlarımı,
Kessin, kessinler... kanasın...
Gelsinler abi... gelsinler...
Bir bahara daha küs ayrıldı şairler...
Hep gittiler abi...


30 Ekim 2017 Pazartesi

Keşke Şair Olmasaydım 3

Keşke Şair Olmasaydım 3

Deneme, bir deli mavi


        Aşık Ahmet ve muhtar sahildeki bankta sohbet ederler...

        Öyle işte muhtar, sanki bir deli yara gibiydi. Sonra zaten her şey için geç oldu. Çok kırgın gitti bana kadınım. Her şeyi severdi de bir yağmuru sevmezdi, çok üşürdü. Öylesine naz falan değil ha, bir hasta olurdu ki sorma, kalkamazdı yatağından günlerce.

        Bakma öyle muhtar, içiyorum ben ama kendimdeyim. Bir ara bana "içkiyi bırak" dediydi, o istiyor diye rakı şişeleri attım ben sokağa, şimdi bakmaya kıyamadığım bir tek rakım kaldı işte. Sajida mezarında huzurla uyuyor, ardında bir sefil bıraktığını da bilmiyor üstelik. Bana Aşık Ahmet diyorsunuz ya, dur hemen mahcup gibi bakma. Seviyorum ben adımı, alıştım da üstelik. Bir anı kadar yakın bana bu isim...

        Öyle narin bir kadındı ki, bakmaya kıyamazdım. Öyle dikkatli bakınca utancından kızarırdı yanakları. Öpmeye doyamazdım sonra. Sol eliyle tutardı hep çay bardağını, bizim oralarda sol elle bir şey yiyip içilmez, ne bileyim ayıplanırdı. Sırf o kendini kötü hissetmesin diye sol elle yemek yemeye  başladım ben muhtar. Kaşıklar düştükçe elimden daha da sevdim Sajida'yı.

        Bir kadının gözlerinin içi böylesine ışıklı olamaz muhtar. Anam hep "Bu kız sana büyü yapmış" derdi. Öyle sevdim ben onu, seviyorum da. Ne olmuş sanki ölmüşse, aşığın sevdası ölümle bitmez muhtar... Çok değil bir iki sene evvele kadar çok iyiydi her şey. Sonrasını biliyon işte, o doktor geldi bizim köye herkese şifa olmaya dediler. Bizim hanım da "gideyim" dedi, "tamam" dedim. Gitti işte...

        "Kansersin" dedi bizim hanıma. İnsan hiç düşünmeden böyle eder mi muhtar? Sen bir güle nasıl dersin soluyorsun. Öyle soldu ellerimde Sajida. Önce büyük şehre gidin dediler gittik. Değişme olmadı, çok geç kalmışınız dediler. Birkaç ince laf ettiler 6 yıl okumanın sanatını konuşturdu adamlar. Şöyle kafaları bir iki yana oynattı üzülmüşçesine. "Bana kalırsa evinde geçirsin kalan zamanını" dedi doktorun biri de. Dayanamadım muhtar, vurdum bi' tane. Sevdiğime ölümü yakıştıramadım muhtar, yoksa vallahi elim varmaz kimseye dokunmaya...

        Sajida da öyle isteyince döndük biz de. Ne istiyorsa canı yaptım, gittim aldım, yaptırdım, yarattım. İmkanımın el verdiği kadarıyla kalan zamanını iyi geçirsin diye uğraştım muhtar. O bana ne dedi peki? (Kısa bir süre sessizlik olur) "Sana acı vermek istemiyorum, beni bırak Ahmed'im" dedi. Bu nasıl laf muhtar, bu nasıl iş, nasıl bir kalp. Ulan öleceksin sen 1 ay sonra beni niye düşünüyon lan sen!

        Sonra oldu da muhtar, bıraktı beni. Bir sabah uyandım nefes almıyordu artık. Ellerinde can yok. Ellerini öptüm bir sürü muhtar. Geri gelir belki diye dualar ettim. Şimdi bana 3 günlük sevdasını anlatıp iç dökenlere ne diye kızmayım. Ulan benim gibi ölüsünü mü öpmek istersin sevdiğinin, sarılsana abi sevdiğine, bırakmasana lan. Benim gibi uykunda mı kaybetmek istersin sevdiğini...

        Uyudum diye kırgın gitti bana muhtar. Şimdi söyle bana muhtar, bu adam nasıl koysun kafasını yastığa, nasıl uyusun eskisi gibi, ya da nasıl yaşasın be muhtar? Rakıyı yenile muhtar, bitmesin hiç, beni ondan bari ayırma be. İşin özü... İşin bi özü de yok be muhtar... herkes ölüyor, bizi de ardında bırakıyor be, ben de buna kızıyorum işte.  Her boka kızıyordum da sattığımın dünyasında, kadınıma kıyamıyordum bi... Eyvallah muhtar ben gideyim.

        Aşık Ahmet saat geç olmadan şişesini kaptığı gibi, Sajida'nın mezarı başında alır soluğu, derinlerden... en derin yerden bir nefes çeker, başını başına denk getirir yatar öylece. Ağzından kelimeler, gözünden oluk oluk akan yaşla karışıp beraber çıkar... "Affet kadınım"...


26 Ekim 2017 Perşembe

Kavgayı Bağıran Rüyalar

Kavgayı Bağıran Rüyalar


bir deli mavi, deneme, intihar

        Yılların yavan yorgunluğu var omuzlarımda. Yılların en koyu gürültüsü şu sıralar hayat. Ve en acı gülümseme yüzümün en derin çizgisi ile birleşmiş. Ben artık gülmeyi bıraktım bu kentin en dar sokağının başını çeken evimde. Neredeyse gülümsüyor yalanları ile bir ömrü bitirecek yüreğim. Tüketiyorum bana ait olmayan şu bedenin, sayaç kurulu kısa zamanını. Tüketiyorum ellerimin hiç birleşmeyecek olan, yarım kalmışlığını.

        Birlikte uyumayacak mıydık biz? Sorular soruyorum kendi kendime. yanıtlıyorum da. "Uyutmadılar" Bu sabah ilk işim ömrümün tek kalan o noktasını onun koynuna sığınarak tüketmekti. Önce bir derin nefes aldım. Hayatında ömrünü verdiği biri olduğunu biliyordum da. Ama yine gittim çalıştığı o yere. Önce ona ulaştım. Bekledim sonra gelmesini, çok beklemiştim ya gerçi,alıştım galiba bu yüreğe uğramamasına. "gelmezse de dönerim" deyip duruyordum.

        Geldi... Öyle bir geliş yok ama. Sanki tüm bana gelişlerin toplamıydı. Tüm benim oluşların. Karşıma oturdu, konuşmuyordu, hep yaptığı gibi kaçacak yerler arıyordu. Ama ben buna da alışmıştım. Belki de benim için değildi bu endişe, sevdiği o kadının duymasından korkuyordu. Bir ömür nefret beslemem gereken o kadını, benim ona veremediğim mutluluğu verdiği için seviyordum neredeyse. Ama ben gözümün arka yerinde artan o baskıyla yaşıyorum. Hani derler ya "dokunsalar ağlayacağım" hah işte! tanımadığım  bir yüz bana dokunsa ağlarım.

        Yaklaşık yarım saati aşkın bir süredir bekliyorduk. Ne o bana "neden geldin" diyebildi, ne de ben ona istediğim o şeyden bahsedebilmiştim. Artık gözlerimin iyice dolduğu o vakit konuşmaya başladım. "nasılsın?" sanki aynı der gibi başını yana doğru eğdi. Konuşmadı, sesini yasaklamıştı sanki bana. Ona son bir kez onunla uyumak istediğimi söyledim. Son bir defa nefesinin duymak, sakallarına dokunmak istediğimden bahsettim. Sonra hayatından tamamen çıkacağım konusunda ona garanti verdim. Kabul etti, yine sesini yasaklamış vaziyette onay verircesine başını sallamıştı.

         O işine döndü, bense saatlerce kapıda bekledim mesai bitimini. Zaten aylarca, yıllarca bekleyen biri için saatlerin bir önemi yoktu ki. Sonra bir daha gördüm kapıdan gelişini. Telefonla konuşuyordu, gülmüyordu, etrafa bakınıyordu. Bir ara göz göze geldik. Durdu öylece, hiç konuşmadı, telefondakine bir şeyler söyledi ve kapattı sonra. Yanıma geldi, yine ses yok, gelmemi istedi ve arabaya  bindik. Saatler süren bir yol ve hiç konuşmayan iki insan vardı. Yalnızlığına dokunduğum bu adamın böylesine kalabalık oluşu beni üzse de artık elimden bir şey gelmiyordu. Eve geldik...

        İki ceset vardı da o eve sığamıyor gibiydi. Ev biraz dağınıktı onun saçları gibi. Sonra kolumdan tuttu ve odaya götürdü beni. Bir an evvel gitmemi istiyor gibiydi. Yüzünde en ufak bir üzülme belirtisi yoktu belki de ama ben biliyordum dokunsak birbirimize ağlayacaktık. Yatağın kenarına oturduk ben hep istediğim sakallarına sürdüm elimi, gözlerini kapattı. Sesi de halen yasaktı... Gamzesini öptüm oracıkta, sakalları arasına öylece gizlenen gamzelerini. Sonra sadece uzandık, kimliğini bile bilmediğimiz o yatağa. Ben gözlerini izledim, yüzünü, mimiklerini, dişlerini, sakallarını, ve daha bir sürü ayrıntıyı. O ise hiç bir şey hissetmemeye yeminli, kendine bir söz vermiş gibiydi. Ya da o kadını çok seviyor gibiydi.

         Ben çok kötü bir şey yaptım.Çok üzülmüş ve kızmıştım beni unutacak oluşuna. Ona beni bir ömür unutturmayacak şeyler yaptım. Önce banyosuna gittim ve elimdeki makasla saçımın ulaşabildiğim her noktasını kestim. Tüm evine bana bıraktığı o duyguyu bıraktım. Ne yaptığımı biliyordu, emindi. gözlerini kapattı sıkıca. Beni bunu yapamaya elleriyle itti. Önce uzanıp son bir kez kokladım boynunu. Hep elimi tutup beni durduruşunu hayal ettim. Ama öyle olmadı. İçeri gittim, balkonuna yuvam dediğim günlerin hatırına bir sigara içtim orada. Sonra bir adama kendini ömür boyu eksik hissettireceğimi bile bile atladım aşağı. Bir kaçarı yoktu. Onun bağırışlarını duyuyordum acı hissetmeyen ama ölümüne az bir vakit kalmış bedenimde. Bana sesini bağışlamıştı sonunda...



17 Ekim 2017 Salı

Ve Tanrı Gülümsedi

Ve Tanrı Gülümsedi

şiir, bir deli mavi, kişisel blog, aşk, aşk şiiri


Bu gece umuda kanat çırptı yalnızlık,
Omzumda dar gelen hayatın askı izleri, 
Bir daha yaşamak istedim şu yılları,
Biraz daha acıyla karışık,
Yaşamak istedim...

Bekledim sonra çokça,
İki kere ikinin beş edeceği günleri bekledim.
Nefes aldıkça göğsümde artan şu sızının bittiği günleri,
Sonra tabi şu yalnızlığın ebedi boşaması beni,
Yarım bir nefes istedim...

İnsanlık tarihinin en yüksek kulesinden aşağı attım kendimi,
Adına doğmak diyorlarmış meğer,
Ölmek istedim daha çok,
Sonra tadına varmak şu kısacık hayatın,
Ben saçlarıma dokunacak birini istedim.

Sonra kızdım insanlara,
Yolda gördükçe gülenleri, çıkıştım,
"Susun" dedim, "daha fazla gülmeyin"
Bize ait olmayan tüm o yollarda, söndürdüm ışıkları,
Sokak lambası bırakmadım koca şehirde,
Meğer ne kadar da eksilmişiz,
Daha da eksilirmişiz

Bilinmeyen, daha adı konulmamış her yere yazdım ismini,
Sonra bir daha uğramadım oralara,
Bir daha hiç ayak basmadım sokağımıza,
Odamıza hiç girmedim, 
Yatağımıza dokunamadım,
Halen dağınık duruyor ortalık,
Evimiz çok dağınık, 
Tabi biz de öyle...

Tanrı gülümserdi belki de yan yana olsaydık...



13 Ekim 2017 Cuma

Matmazel 2

Matmazel 2


matmazel, aşk, bir deli mavi, kurmaca, hikaye, deneme


        Matmazel her zamankinden çok bunalmış ve çareyi balkona çıkıp bir şeyler karalamak da bulmuştu. Derin bir nefes ile döküldü tüm cümleler. Sarhoş bir kadın çığlığı duydu derinlerde. Anlatacak çok şeyi vardı. Kaybettikleri de bir o kadar fazlaydı...
   
        Eskiden hep normal gelen şeyler, artık artan özlem ile birlikte garip hissedilir oldu. Bazen diyorum ki "ya hiç tanımamış olsaydım?" Bir adamı, daha hiç görmeden nasıl olur da yıllardır tanıyor gibi hissederim hiç anlamıyorum. Ama oluyormuş işte. Sağda solda, benim ruhumun dahi hissedemeyeceği bir uzaklıkta bir fotoğraf çekiliyor ve benin ömrümden ömür gidiyor gülüşünü gördüğümde. Sonra bir daha güneş hiç doğmamalı bize diyorum...

        Öyle bencil bir kadınım ben işte. "Ya" diyorum "biri benim onda gördüğüm o şeyi görürse!", "Ya benim hissettiğime yakın şeyler hissederse!" Gerçi olmaz değil mi? Benim onda gördüğümü göremezler değil mi? Benim ona duyduğum bu saf sevgiyi onlar yakalayamaz değil mi? Korkuyorum işte, uyuyamıyorum epeydir. Bu düşünceler kemiriyor beynimi. Ve tabi bu his inanılmaz.

        Ve tabi merak ettiklerim de var. Daha dokunamadığım bu teni benden başkasına tövbe eder mi mesela?  Çayı sever mi benim için? Kahve fincanını hangi eliyle tutuyor? Halen mercimek köftesi seviyor mu? Bana gelir mi artık? Kaçmaktan hiç vazgeçer mi? Saçını hangi yöne taramayı daha çok seviyor? Çorap tekini bulabiliyor mu? Saçına sakalına karışmama izin verir mi? Annemin dizi gibi uyuyacağım dizlerinde saçlarımla oynar mı? Rakıyı mı daha çok seviyor, birayı mı?

        Ve tabi bu soruların cevaplarını alınca bir yenilerini ekleyeceğim ardına. Beni iyileştiren o sesini her gün duymak istiyor yüreğim. Sanki açılan her bir yara bir bir kapanıyor. Her iz siliniyor. Yeniden doğuyor yara bandı tutmayan bedenim. Ben yeniden doğuyorum. Bir kez değerse dudaklarım gamzesine, işte o an huzur denilen şeyin aslında çok da uzak olmadığını anlarım. Aslında huzurun onun iki dudağı arasından çıkıyor oluşunu kanıtlarım.

        Ama yapmamam gerekiyor değil mi? Onu kendimden uzak tutmam gerekiyor. Yaralarıma dokunduğunda onun daha da kanayacağını bile bile nasıl olur da beni sev derim ki ona. Hayatım boyunca karıncaya kıyamayan yüreğim, gece'me nasıl kıyar. Açılan hiçbir yara iyileşmez ki. Ne deyim, " bak ben çok yara aldım, çok canım yandı, ne kadar sevsem de canını yakar ellerim" mi diyeyim? "Ben kör bir kuyuyum,  yaklaşma boğulur gözlerin, incinir yüreğin" mi yoksa? Düşüncelerimi boğ, beni en derin çıkmazlara sok. Ben yapamıyorum, sen vazgeç benden... Beni bırakma.

        Matmazel uyanmak istemediği bir uykuya daha daldı sonra...



3 Ekim 2017 Salı

Cebimde Kalan Bir İki Nefes

Cebimde Kalan Bir İki Nefes

kişisel blog, deneme, ölüm, intihar, bir deli mavi, semanur kök


        Kadın yine diğerlerinden pek de farklı olmayan bir sabaha uyanmak için yatmıştı. Uykusuzluğun verdiği zihin yorgunluğu yetmez gibi farklı bir adamla uyanacak olması da bir hayli yoruyordu onu. Sonra derin bir nefes çekti, yatağın kenarına oturdu. Sağ omzundan geriye doğru baktı, o adamı tanımak için çaba harcadı. Aklı bulanıyor, acılar çekiyor fakat bir şekilde unuttuğu bu adamı tekrar hatırlama eylemini başarıyla gerçekleştiremiyordu.

        Ellerini saçlarına geçirdi kadın. En dipte iken sıkıca çekti saçlarını. Aslında koparıp almak istiyordu önce. Sonra kıyamadı, düşlerinde sevdiği o adamın saçlarına aşık olduğunu hatırladığından. Eskimiş mutluluklar getirdi aklına. Dizlerinde uyuyan ve saçlarına ellerini geçirdiği o adamı hatırladı. Bir türlü yüzü gelmiyordu hatırına. Bir türlü bahar olmuyordu bu şehirde...

        Yatağından kalktı, balkona geçtiği süre zarfında onlarca şey düşündü kadın. Her sabah uyanmak zorunda bırakıldığı bu adam da kimdi? Sol yanını sızı içinde bırakan, sarılamadığı, uzaklaştığı bu adam da kim? Durdu ve derin düşüncelere daldı. O sıra ardı arkası kesilmeyen sigaraların bir yenisi de yanmıştı. Derin bir nefes ile çığlık ata ata en sessiz ağlamasını yaşadı kadın.

        Sonra bir ayak sesi... Yanından öylece geçti adam. Kadınsa halen bu yabancılığa anlam veremiyordu. Ardından tekrar bir düş gördü kadın. Hava alanında sarılırken yerlere yattığı bir adam bedeni ve yine hatırlayamadığı bir yüz daha. Bir yenisini yaktı sigarasının, tabi bir yudum da aldı tadını unuttuğu birasından. Tekrar anlam veremediği bir ağlama nöbeti. Üzerinde incecik mavi ipek bir gecelik, dışarısı -10 derece. Hissetmez mi bir insan acıdığını, hissedemiyordu işte kadın artık. Hissetmiyordu... alışmıştı...

        Bir yenisini yakmaya cesaret edemediği sigarasının paketini kapattı ve kenara koydu kadın. Yavaş adımlarla yatağına döndü. Halen kim olduğunu bulamadığı o adamın yanına  kıvrıldı korkuyla. Ellerini yumruk yapmış, dişleriyle sıkarken bir yenisi daha eklendi ağlayışlarının. Sonra birbiri ardına dökülen anılar,hatırladığı korkunç şeyler ve kahrolduğu o gerçek. Yanında öylece yatan o yabancı, evvelinde kendinden iyi tanıdığını düşündüğü o adamdı. Kadın buna katlanamıyor aklına geldikçe ölüp gitmek istiyordu...

        Aynı yatak içinde öldürmüştü bu iki aşık birbirlerini. Çok ağlıyor ama ne fayda. Artık yüz yüze gelmeye çekiniyordu. Her ikisi de ne kadar sevdiklerini unutmuş aynı yatak içinde iki farklı beden olmuşlardı. Sonra kadın kafasına vura vura ağlamış fakat adam kulaklarını kapatalı çok olmuştu. Birinin diğerini görmesi için illa ölmesi mi gerekiyordu. Kadın bu düşünceyle döndü durdu yatak da. Üzüldü ve daha da üzülecekti belki de. O da bu duruma son vermek istedi. Derince alınan bir nefes ile salonun ortasına bir garip gri ip astı kadın. Zamanın da seviştiği, ağlaştığı, sohbet ettiği o salonda astı kendini. Geriyi hiç düşünmeden... 



28 Eylül 2017 Perşembe

Bir İki Üç Tıp...

Bir İki Üç Tıp...



        Bloglamak adı altında bir şeyler yazayım diye oturdum şuraya, yaklaşık 20 dakikadır ekrana bakıp duruyorum. Hayır da ne yazayım ki. Ne kadarını dökeceğim cümlelere. Nasıl olacak ki. Zaten olmuyor da. Şurada ağlasam hanginizi üzüyor ki. Ben mutlu olmak için ne yapmalıyım. Ne istemeliyim ki artık. İsteyemiyorum da çoğu zaman...

        Tek isteğim annem beni düşünmesin. Babam bir kızım var demesin. Kardeşim güçlü bir ablam var benim demesin. Çünkü değilim ki, benim önemsemesinler. Ölmek istiyorum bu çok mu korkunç ki. Bunu afilli söylesem, daha az korksanız ve ben de aranızdan usulca çekilsem. Babamın gözünden tek damla düşürmeden ölmenin yollarını arıyorum. Ve tabi sevdiklerimin. Beni sevenler demiyorum bakın, çünkü sayısı oldukça azdır.

        Bana hiç dokunmasanız mesela. Oracıkta kaybolup gitsem. Söz size haber getireceğim cehennem var mı diye. Bir gün öldüğümde beni kitaplarımla gömmelisiniz. Kalbimin üzerine koyun elimi de, öyle gömülmek istiyorum. Her geri adım attığımda kalbimde oluşan o acının, kanayan onlarca yerin ve kırılan kemiklerimin sayısını düşünmek istemiyorum artık. Her şeye değecek, bana yakışır bir ölümün peşindeyim şu sıralar yalnızca.

        Annemin en çok değer verdiği halısına denk getirmeden, birkaç adım ötede kanamak istiyorum, susmayan şu kalbimi vura vura susturmak(durdurmak) istiyorum. Boynumda hissedemediğim o ellerin, beni boğup kenara atmasını izlemekten yoruldum. Her saniye yine ne olacak ve biz yıkılacağız demekten de öyle. Aramıza ördüğümüz o duvarı bir umut maviye boyamaktan da, sevmediğimi düşündüğü her dakika da biri kalbimi göğüs kafesimden söküp yere atıyor gibi hissediyorum.

        Dışarıya baktım az önce . Her şey ışıklar içinde. İnsanlar sahte bir şehrin, yüzsüz yerleşikleri. Umudum kırılıyor git gide. Bana ailemi üzmeden yok olmanın bir yolunu söylesin biri. Ya da sonsuza kadar susun...  Susun ki kolay ölmeyim, biraz daha acı çekeyim. Hissettiklerimin yarısı bile etmez şu yazdıklarım...

2 Eylül 2017 Cumartesi

Zulamdaki O anı: Tek Nefes

Zulamdaki O anı: Tek Nefes

bir deli mavi, anı, kişisel blog, semanur kök, hikaye, deneme


        "Hayat insana neler neler gösterir, ne yalanlar söyletir bilemezsin" derdi dedem. Bazen görüyorum da yüzümün en karanlık yanı "haklı" der gibi kırışmış....

        O gün yine epey güneşli bir gündü ve dedemle bahçe kapısı açmış sokağı izliyorduk. "Yürüyelim mi?" dedi bir an heybetli ve yorgun sesiyle. Onaylarcasına başımı salladım yalnızca. Sanki üzerinde 75 yılın verdiği kocaman bir yük vardı ve yarısını almamı isteyecekti. Yürüdükçe yürüdük. Bizim aşağı mahallede ikinci bir bahçemiz vardı oraya geldik. Şöyle koca bir kavak dibi bulunca, hali hazırda gölgesi de güzel olunca, "haydi oturalım" demesi de gecikmedi.

        Belliydi yetmiyordu ona aldığı onlarca nefes. Tüm o yılların kırgınlığı, tek günde yüzüne vuruyor gibiydi. Siyah beyaz kareli gömleği, onu 100 kilometreden tanımamı sağlayan hardal rengi süveteri ve dizleri yamalı siyah pantolonu ile yanımda 75 yıllık bir çınar oturuyordu. Ben baktıkça gözlerini kaçırıyor, ona ulaşmaya çalıştıkça daha da uzaklaşıyordu. O zamanlar yaşımda küçük olunca yetemedim sanırım ona. Bir türlü aslına ulaşamadım. 

        O gün türlü anılar, bir sürü hikayeler dinledim onu. Unutmam hiçbirini. Onun yüz hatlarını unuttum biraz belki ama onun bana öğrettiği ve yaşattığı hiçbir şeyi unutamıyorum. Daha doğrusu öyle olur sanıyorum. Affet...

        Bahçe kapısını açık unuttuğunu hatırlayınca "geri dönelim" deyip durdu. Ona da "tamam" dedim. Ağzımdan onlarca kez tamam lafı çıktı da, bir türlü "iyi misin?" diyemedim. Ama sebeplerim çoktu işte. "Ya kötüyse" dedim, "yaşın kaç başın kaç, ona yetemezsin de şimdi" dedim. yol boyunca kızdım kendime. Tabi sonra yıllar insafsız davrandı bize. Çok insafsız...

        Tam şubat ayıydı. Kar yavaş yavaş çekilmişti, kış bir daha uğramaz bu yıl diyordum. Erken konuşmuşum tabi her zaman ki gibi. O yıl en büyük kışımı yaşadım ben. Dedemi toprağa vermenin, ona bir daha dokunamayacak olmamın acısı sardı dört bir yanımı. O sırlar akıl erdiremiyordum ölüme. Gerçi yaş oldu 22 halen aklım ermiyor. onu asla unutmam ve acısı hiç kalbimden çıkmaz sanıyordum. Ama öyle olmadı. Zaman çok insafsız davrandı bize. Kalbimi ikiye bölen acısı birkaç ay sonra neredeyse hissedilmez oldu. Onsuz ısınmayan evimiz, yazın gelmesiyle soğumaz oldu. Mevsimler bile düşmanım gibi davranıyor, beynim sürekli onu geriye atmak için uğraşıyordu. Başardı da. Daha az hatırlıyorum onu...

        Ben yıllar sonrası gittim bizim aşağı bahçeye de, ne kavak ağacı kalmış ne gölgelik. Demek ki dedim, hayat gölge de senaryo okumak değilmiş, bu hayat tam ölmelik... Dedem bana belki de bunu anlatacaktı...



23 Ağustos 2017 Çarşamba

NeuroFormat ve Değişimin Temeli

NeuroFormat ve Değişimin Temeli



        Merhaba sevgili arkadaşlar. Bugün uzun zamandır kıramadığım ama artık yeni bir yöntemle törpülemeye çalıştığım bir kaç durumdan ve bunları nasıl yendiğimi, hangi yöntemi kullandığımdan ve bende gözle görülen bazı değişiklikler yaratan olaylardan bahsedeceğim.

        Aslında en başa gitmek isterim tam 2 ay evvel ciddi bir ameliyat olduğum ve sonrasında psikolojik destek almam gereken bir dönemden bahsedeceğim. Ameliyat başarılı dahi olsa sonrasında gelişen bir komplikasyon ile başıma oldukça strese neden olan olaylar geldi. Bunlardan en büyüğü kısa dönem dahi olsa şoka girmiş olmam ve gözlerimi yoğun bakımda açmam. Bunu başta baş edebileceğim bir olay olarak gördüğüm için her şey yolunda gibi davranmaya başlamıştım. Fakat öyle olmadı...

        Her geçen gün bir öncekinden daha kötü geçiyor fakat ailem benimle olduğu saatler hastalığımı unutuyordum. Ne zaman tek başıma kalsam ağrılarımda artma gözlemliyordum. Bu konuyu biraz araştırınca çok önemli şeyler keşfettim. Bunlardan en önemlisi İstanbul'a dönünce oldu. Sevgili Barış Muslu ile yolum kesişti ve bende devrim yaratan o 20 günün temeli atılmış oldu.

        Merak ettiğiniz bu şeyler bende devrime neden oluyor. Uygulamaya dökmek biraz zaman alıyor ve çok fazla odaklanmak gerekiyor. Ama en önemlisi "inanç". Çünkü her şey inandığınız sürece var. Belki daha önce okuduğunuz ama inanmadığınız için yok saydığınız bir şey. Yani "NeuroFormat".

        Size bu yöntemi açıklamayacağım keza yanlış yönlendirme yapmak istemem. O nedenle sizi kitaplarına yönlendirmeyi tercih ederim. Ama bende ciddi değişikliklere neden olan bu yöntem ile hayatımı değiştirdim. Aslında amaç bilinçaltı formatlama. Yani sizde travma yaratan olayı bulmak ve onu bilinçaltınızdan silmeye yönelik bir uygulama.

        Azim, sebat ve inanç ile kendimizi değiştirebiliyoruz. Ben yıllarca göze alamadığım korkumu yendim. Ayrılık veya terk edilmek gibi konularda komaya giren ben, kendimi sevmeyi öğrendim, bu konulara olan tepkilerimi törpüledim.  Ve tabi en önemlisi şudur ki; herkesin çekindiği sinirli halim bana pek uğramaz oldu. Olaylar karşısında kullandığım "başkasını suçlayarak, kendini temize çekme" yönteminin yerini "herkesi dinle doğruya karar ver" aldı.

        Evet sevgili arkadaşlar bu yöntem ile bir de ameliyat sonrası ağrılarımdan kurtuldum.  Bunu asla basite almayıp siz de hayatınızda yeni bir döneme merhaba diyebilirsiniz. Bunu sevgili Barış Muslu'nun ilk 3 kitabını okuyarak başardım ve halen bu konu üzerinde çalışıyorum. Sizlere de anlatmak istedim. Sevgiler...

4 Ağustos 2017 Cuma

Şu Kurbağayı Öpmesek Mi?

Şu Kurbağayı Öpmesek Mi?


 

        "Beni sonsuza kadar sevecek misin?" dedi Külkedisi. O anda tutuldu kaldı prens. Ne dese yalan olacaktı, ne söylese palavra. Sevmiyor değildi halbuki ama sonsuza kadar dese yalan söylemiş olmaz mıydı? Ve o sadece doğruyu söyledi: "Sana yaşadığımız ve bir arada olduğumuz süre zarfında hiç yalan söylemeyeceğim" dedi. O an umduğu cevabı alamadığını düşündü durdu Külkedisi. Ama en güzel cevabı almıştı normalde...

        "Eğer bir insana dönüşmeseydim beni oracıkta bırakıp gidecek miydin?" dedi Kurbağa Prens. Aslında beklediği cevap bariz belliydi ama o cevabı alamamaktan çok korkuyordu. Peki ya güzel Prenses ne düşünüyordu acaba. Aslında bu soru karşısında şaşırıp kalmıştı. Giydiği kılıf yani insan bedeni olmasaydı acaba yüreği eşsiz saflıkla kaplı bu adamı sever miydi? Çok düşündü, o düşündükçe ter döktü Prens. En sonunda geldi o yanıt "neyse ki insansın". Ne yani yeterli miydi bu cevap. Ama o da bilmeliydi bir kadın ile bir kurbağa nasıl olurda aşık olurdu birbirlerine...


         
        Bir ömür boyunca yalnızca bir adamı mı seviyoruz yani? Hayır, öyle değil ne yazık ki. Ama bazen şunu diyoruz "keşke tüm yanlışlarımdan önce gelseydin" Gerçekten de öyle değil mi? Keşke ben tüm o yanlış adamlara hayatımı vermezden evvel tanımış olsaydım seni. Bir masala dönemezdik evet, hatta büyük ihtimalle çok kırardık birbirimizi. Ama ya sonrası, sonrası ne olurdu? Ben söyleyeyim gece çöktüğünde ve sen başını dizlerime koyduğunda derin bir nefes çekip unuturdum başıma gelen her şeyi. Ama öyle de olmadı dimi...

        Ben artık affedemiyorum bazı şeyleri. Günlerimi hatta aylarımı alıyor. Affedemiyorum mesela küçük bir çocuğa eziyet eden anneleri, ona taparcasına aşık olan kızına tokat atan babayı affedemiyorum. Bana hep yakın olan babamın beni uzaklara kendi eliyle yollamasını, kucağında gecelerce yattığım anemin kilometrelerce uzakta beni soğuk bir evde yalnız yatmaya zorlamasını, sevdiğini iddia eden ama daha korkularıyla bile yüzleşemeyen bir adamın yapılan her hatada üzerime tüm kinini yansıtmasını affedemiyorum.

        Sonra tabi bizim köşedeki Bakkal Hasan. Sürekli zam yapıyor önüne gelene. Sahilde sırf daha fazla para almak için büyük boy mısır veren o adamı, bana hep tuzaklar kuran İstanbul'u, beni terk eden memleketimi ve artık ısınmayan yatağıma kızgınım. Affedemiyorum artık kimseleri. Beni her çukurun içinden çekip alan ama kendine hep kızgın olan o kızıl meleği. Hatta çoğu zaman kendimi...

        Eğer biraz daha güvenseydim insanlara her imkansızlığa tek başıma göğüs gererdim. Her olmazı olana kadar taşırdım sırtımda, gerekirse ölene kadar da. Ama değmiyor diyor bir şarkıda "değmez. Masallardan farkı olmayan bir hayat isterdim birde. İyilerin sürekli kazandığı, kötülerin layığını bulduğu. Ben kısaca seni isterdim halen, tüm imkansızlığına ve umursamazlığına rağmen... Sevmemene rağmen...

29 Temmuz 2017 Cumartesi

Işıklar Sönünce Bile Sev

Işıklar Sönünce Bile Sev

birdelimavi, kişisel blog, şiir, ışıklar sönünce bile sev















Güzel gülen bir adama aşık olmalısın,
O gülünce sanki güneş doğdu sanmalı,
Onun gözleri gibi parlayan bir gökyüzün olmalı,
Günlerce ağlamaktan kan çanağına dönen gözlerin,
Onu görünce umut ışığı saçıyor olmalı,
Onsuz siyah bir bulut, onunla gökkuşağı olmalısın.

Adı da güzel olmalı sevdiğinin,
Şöyle hiç kuşkusuz adını koymalısın yanına,
Elleri de güzel olmalı sevdiğinin,
Sana dokunduğunda sanki tüm olmazlar olur sanmalısın,
Tüm ölenler yeniden hayat bulur diye düşünmelisin.

Öyle bir ses ile yaklaşmalı ki sana,
Annen 10 kere şefkatle sarmış gibi hissetmelisin duyunca,
Babanın eli sanki yıllarca omzunda olacak güveni vermeli sana,
Bir daha bağlanmalısın her kelimesinde ona,
Her kalkışında yüreğin ağzına gelir gibi olmalı,
Kimliksiz şarkılar söylemelisin,
Yalnızca size ait olan, adınızın geçtiği şarkılar.

Öyle derin bir adama aşık olmalısın ki,
Onu kaybetme korkusu sarmalı vücudunun her noktasını,
Onsuz bir saat geçirme ihtimali yetmeli, aklını yitirmene,
Ellerine tutunmalısın, yüreğinden tutmalısın,
Dizlerinde ölümsüzlüğün sırrı olmalı,
Boynunda devrim yapmalısın,
Çokça işgal etmelisin dokunmaya çekindiğin yüzünü,

Bir hayata tutunur gibi tutunmalısın ona,
Yaşamak arzusu ile yanıp tutuşmalısın,
Ölümü onun ellerinden istemelisin,
Birlikte yattığınız o yatağı saklamak istersin,
İstemelisin de, en çok da onu,
Soğuk kalan o yanı, yalnız onunla ısıtmalısın,
Kaybetmemelisin...

Onu bir kez kaybettiğinde, aynı şeyleri hissetmeyeceğini,
Bir başkasının teninde onu hatırlanacağını,
Başka bir yüzle gülerken, onunla ağlamalarını özlediğini,
Onsuz bir ömrün, vücudunu her dakika zehirlediğini,
Bedeninin başkasıyla yaşamak yerine,
Onunla her dakika ölmek isteyişini,
Belki de daha yüzlercesini anımsayacaksın,
Bilmelisin...
Kaybetmemelisin...
Işıklar sönse de sevmelisin...

22 Temmuz 2017 Cumartesi

Mavi'den Dörtleme: Mutlu Hissettiren Şarkılar

Mavi'den Dörtleme: Mutlu Hissettiren Şarkılar

Maviden Dörtleme, bir deli mavi, şarkı, mutlu eden şarkılar


        Selam Mavi Kelebekler nasılsınız bakalım. Günleriniz nasıl geçiyor. Çok ilginçtir ama benim günlerim biraz ferah şu sıralar çok şükür. Eskisi kadar düşünmemeye karar verdiğimden beridir çok rahatım. Bu aralar çok şarkılar keşfettim. Dedim dörtleme yapayım yakın zamanda dedim. Tabi bunu diyeli 3 hafta var. Anca bir dörtleme yapmak için oturdum balkona yeni yazımı yazıyorum.

        Dünyadaki tek mutluluğun mavilik olduğunu sanırdım. Ama yanına eşlik edecek şeylerden birinin müzikler olduğunu keşfettim. Bu yüzden bana mutluluk veren, hüzünlendiren, kısaca birçok duyguyu bir arada hissettiren tüm şarkılara kalbimi açıyorum. Peki şimdi başlasak mı yavaş yavaş ♥

   
♥Raviş- Güzel Kadın
    
        Bu şarkıyı daha yeni öğrendim. Ve sürekli dinliyorum. Bazı şarkılar yaranızda kalsın isterseniz bu tam size göre bir şarkı. Dinlerken gözlerinizi kapatmak ve uzanmak mutlu hissetmenizi ikiye katlıyor diyebilirim. Aramızda kalsın istemedim...




♥Tuna Kiremitçi/ Sena Şener- Birden Geldin Aklıma

         Şu Tuna Kiremitçi ne şanslı, bir sürü güzel düete imza atmış dedirten, birden akılara unutamadıkları getiren çok tatlı bir şarkı. Severek ve bolca gülümseyerek dinliyorum. Aslında tek amacım bugün yüzünüzdeki ufacık bir gülümsemenin sebebi olmak. İyi dinlemeler.




♥Manuş Baba- İstanbul

        Bu ara çok dinliyorum. Galiba çok kızdığım ve küs olduğum İstanbul'u özlüyorum. Bu hasretin sebebini bilmiyorum ama dostumu özledim galiba, ya da bana ilaç gibi gelen insanları. Ve tabi Kadıköy'deki kitapçımı. Belki de denizini. Burada olmayan bir hüznü var denizinin. Bu şarkıda beni oraya götürecek kadar iyi hissettiriyor diyebilirim. Hadi dinleyelim.




♥Deniz Tekin- Gelir Miyim

        Deniz Tekin'i karakterimin ona benzetildiğini söyleyen birkaç arkadaşımın vesilesi ile dinlemeye başladım. Ki sesi bana huzur veriyor. Herkesle bu huzuru paylaşmak istiyorum. Bu şarkı da, defalarca geldiği halde hep umudu yıkılan ve geri çevrilen insanları mutlu edecektir bilmelisiniz. Yüzünüzde tatlı, huzurlu ve mutlu bir gülümseme oluşturacak istemsizce. Bu şarkıyla veda ediyorum sizlere. Mutlu bir gün diliyorum.




15 Temmuz 2017 Cumartesi

Hayat

Hayat


bir deli mavi, hayat, kişisel blog, iç döküntüsü


Hayat,
Anlam veremediğim olay örgüsü,
Daha içilmemiş demli bir çay,
Gidilmemiş birkaç şehir,
Yürünmemiş taşlı bir yol,
İçine çekemediğin karanfil kokusu,
Asla durulmayan bir deniz.


Hayat,

Henüz sevemediğin bir adam,
Omzuna yaslanamadığın bir sevgili,
Başını okşayamadığın bir kız çocuğu,
Henüz yatamadığın bir yatak,
Sevişemeden yakılan bir oda,
Dokunamadığın bir ten.


Hayat,

Küs kaldığın bir baba,
Hasta düşmüş bir anne,
Sırt çevirdiğin bir kız kardeş,
Sahip olamadığın bir abi,
Yolunu unuttuğun bir ev,
Ve evin içindekiler,
Bir arada olmayı beceremediğin bir aile.


Hayat,

Bütünüyle hayat,
Eksiğiyle hayat,
Fazlalıkları ile de hayat,
Sahip olduklarınla ve olamadıklarınla hayat,
Tüm acısı ve neşesiyle hayat,
Sevdiklerinle ve sevilmediklerinle hayat,
Kısaca hayat,
Kendiyle müsemma...

12 Temmuz 2017 Çarşamba

Ben Doğdum Ki Yaa

Ben Doğdum Ki Yaa

bir deli mavi, doğum günü



        Yanımda kendi kendine yanıp sönen bir ışık. İçimde mutluluğuna kendimi bile ikna edemediğim bir kız çocuğu var. Üşüdüm ve üzerimi örtmeye ne bir mont ne de kolların var. Yanağımdan aşağı süzülen ama hiç bir iz bırakmayan bu gözyaşı da neyin nesi. Küçük bir el kesmeye çalışıyor yaşı. Akmasın diye elini koyuyor gözlerimin altına. Ne fayda. Aşağı süzülen bir acıyı yerinde tutmak mümkün mü ki. Ama bilmiyor tabi. Daha çok küçük. Daha ufacık. Yine bir umuttur yüzümü okşuyor. Güldürüyor bir nebze ve ardından gülümsemenin peşine takılmış bir gözyaşı var orada bir yerde. Boynumun içine yaslıyor başını küçük umudum... Bir umut doğdu bu kez... 12.07.2016

        Heyy!! Nasılsınız Mavi Kelebekler? Beni sormayın doğdum biraz işte bugün. Evet bugün benim doğum günümdü. Dur biraz halen öyle. Çok güzel hediyeler aldım. Aslında biraz bunlardan bahsetmek isterim. Biraz heyecanlıyım kusura bakmayın halen. Öncelikle şunu deyim maddiyat olan hiçbir hediyeden bahsetmiyorum. Ben beni mutluluk yumağı yapan bazı manevi değerlerden bahsedeceğim. 

        Öncelikle tüm doğum günü mesajları için teşekkür ederim. En güzellerinden biri sevgili Dilek Abla'nın ki. Benim için değerli bir mesaj. İkinci olarak da dostum Şaduşumun mesajı beni çok mutlu etti. Bugüne bana yazılmış bir şiir ile uyandım. Çok eskiden tanıdığım birinden aldım, çok mutlu oldum. Sonra benim en sevdiğim şarkıyı elinde gitarlar söyleyen sevgili arkadaşımın mesajı ile günüm daha da güzelleşti. Benim her sitemime sabır gösteren, hep beni mutlu etmeye kendini adamış birinin günler önce benim için yazdığı yazıyı okudum arada bir. Sonra neler neler...

        Peki bunları neden mi yazdım? Aslında manevi her bir parçanın beni daha çok mutlu ettiğini anladım. Hatta değer verdiğin insanlar ile geçirince tüm gününü duramıyorsun yerinde. Ha bir de ne anladım biliyor musunuz? Ben bir kişi hariç kimseyi kırmamışım meğer. Kısaca biraz eksik de olsa harika bir gündü. Şimdi kitap okuyarak daha da harika hale getireceğim. Hadi eyvallah ♥