blog yazısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
blog yazısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Eylül 2018 Cumartesi

Rüyaları Mümkün Kılmak

Rüyaları Mümkün Kılmak





         Sigara içimleriyle başlayıp, uzun dönem huzursuzlukları ile devam eden hayatlar yaşıyoruz. Belki biraz nefes alsak kendimiz olup çıkacağız vesselam. Hayat boyu öyle bir kandırıldık ki, keza bunu en çok biz yaptık. Mutlu olma ihtimalimiz varmışçasına çabalar harcadık. Halbuki biraz akıllı düşünebilseydik, bunların dörtte birini yaşamazdık. Hayal etmek ne denli yasaklandı ki, bu kadar korkuyoruz. Geride bırakacağın hayata tek izin, sigara izmaritlerin olsun mu istiyorsun. Geride kimsem yok…
         Size sonsuz sayılı günler bırakıyorum. Bir delinin hayatı ve kimsenin olmadığı ıssız fakat huzurlu bir de ev. Bir evim olmasa da yaşarım. Bir kalbim olmasa da… Kimseyi gerçekten mutlu edemesem de, hiç mutlu olamasam da… Ama yaşarım…
         İçlerinden bazıları mutludur belki. Peki ama mutluluk nedir? Gerçekten mutlu olma ihtimalimiz nedir? Net bir mutluluk kavramı var mı sizin için? Sadece bilmek istiyorum. Belki de mutlu olmayı öğrenmek, sizin hayatlarınızdan ufak kopyalar çekmek istiyorum. Ya da belki tatmin duygularınızı mutluluk olarak tanımlamalarınızı izlemek istiyorum. Çünkü ben bu kavramı ütopik bir olgudan öteye götüremiyorum. (Bir sigara daha yakılır)
         Çok sevdiğim bir balıkçı abim var. Önünde tüm ergen tavırlarımı sergilememe rağmen asla beni yargılamayan. “Farklı olmak için özel çabalar harcıyorsun ve bu çok komik” demeden. Ama gül yerine, gülü sulamayı tercih eden biri neden farklı olmak için çabalasın. Ben yaşadığınız bu evrenin bir parçası değilim zaten. Ve ait olmadığım bu yerden uzaklaşmak istiyor olmam beni kötü bir insan mı yapar?
       Bizler neden hayallerin ve rüyaların peşinden gitmeyelim ki? Vakit henüz dolmamışken, güneşi kovalamak ne kadar kötü olabilir ki? Veya altından toz bulutlarına dönüşüp kendi gökyüzümüzü renklendirsek. Bir uçurtmanın peşinden tonlarca yükseklerde kilometreler kat etsek. Rüzgarın şeffaflığına kapılıp, güzel kadınların boyunlarını okşasak. Çöldeki kumlara deva yağmurları olsak ve tüm o karanlığı yeşertsek. Hayalleri ve rüyalarımızı mümkün kılsak ne olur?
         Tanrı ensemizi okşayan sessiz bir varlık olmasaydı keşke. Bazen onun varlığına inanmaya ihtiyaç duyuyorum. Yalnızlık kavramının kalabalıklar ile bir ilgisi olmadığını bilen insanlar istiyorum yanımda. Ama neden hep aynı beyne sahip insanlar çarpıyor hayatıma? Kendi mutsuzluğu için çabalayan, mutsuz olduğunu düşünen ama mutluluk kavramına fazlasıyla bağlı. Tam olarak ne istiyorlar bilmiyorum ama zamanı sonsuz zanneden birkaç ahmaktan bazıları sadece.
         Ben kendi bedenimi iyileştirdikçe kayboldum, ruhumu kaybettim. Ruhumu iyi ettikçe, bedenim harap oldu. Artık tamamen insani düşüncelerimi ardımda bıraktım. Güneşi kovalamak geride kaldı, uçurtmalar ardında koşmak da. Gölgem bedenime sığmaz oldu. Kahvem soğudu, sigara paketim de bitti. Sadece birkaç adım hakkım kaldı. Uçurumdan mı atlamalıyım, yoksa güneşi mi aramalıyım?



13 Ağustos 2018 Pazartesi

'Kendin' Olmanın İnanılmaz Hafifliği

'Kendin' Olmanın İnanılmaz Hafifliği


deneme, kendin olmak, bir deli mavi


        Günler, aylar, yıllar bu denli hızla akıp geçerken hayatın kalan saniyelerini yakalamak epey zor görünüyor. Hayatım boyunca insanların beni değiştirebileceği imajını verdim herkese. Bugün değişmeyeceğimi söylediğimde benden nefret etmelerini izledim. Hep tuhaf olmamdan ve bunun için özel bir çabam olduğundan şikayet ettiler. Paraya, kıyafete ve erkeklere tapmıyor oluşum beni kötü bir kadın yapacaksa sorun değil, ben farklı olmayı seviyorum. Az evvel izlediğim bir filmde farklı olmanın o kadar da kötü olmadığını söylüyordu, bence de öyle.

        Belki de, kaç yıl daha  yaşayacağım bilinmezken, belli belirsiz konulara üzülüp ağlamam gerekmiyordur artık. Yüzümü güneşe dönüp "dünya varmış" deme zamanım gelmiştir. Hepinizi affediyorum. Beni üzen ne varsa, ne kadar kırılan yönüm varsa, ağlayıp harcadığım kilolarca gözyaşım ve tüm bunların usta oyuncu ve sanatkarları... Bugün hepinizi affediyorum. Ve sizden af diliyorum. Daha fazla hayatımı yönetmenize izin vermeyeceğim için.

        Durup düşün biraz, değerlisin ve bunu başkalarının mahvetmesine izin veriyorsun. Oysa derin bir nefes alıp, rüzgar halen yüzüne vururken havaya zıplamayı unutmamalısın. Yalnız olmanın, kendi bedenine değer vermenin ve onu paylaşacağın insanı seçme yetkisine yalnızca senin sahip olduğunun farkına varmalısın. Yolunda gitmeyen tonlarca şey var biliyorum. ama şunu da unutma "hala yaşıyorsun". Ki bu öylesine bir tesadüf silsilesine bağlı değil. Yalnızca dakikaların kalmış olsa, kalan zamanını kime harcardın bunu bir düşün derim. Bence insan her daim dakikaları kalmış gibi yaşamalı. Kırmaya ve üzmeye vakti yok gibi...

        Hayatım boyunca kırdığım kalplerin, bende açacakları derin yaralardan korktum. Bu yüzden telafisi olmayan yanlışlar yapaktan hep kaçtım. Çok fazla kırılıyormuş insan bu şekilde ama yine de doğru olmaktan hiç vazgeçmedim. Farklı olmayı seviyorum. Alınan hediyelerin, saçılan paraların, yenilen romantik yemeklerin, düşünülmeden sırf gösteriş olsun diye yapılan tüm bu şeylerin, hatta göze sokularak yaşanılan el yapımı aşklarınız da dahil, hepsine gülüp geçiyorum. Umarım gerçek aşklarınız olur. Mavi'nin, Gece'ye duyduğu gibi. Gösteriş ve paradan çok uzak yalnızca, hediyeler alınmadan, süslü sözler söylenmeden de sevilmek ne demek anlarsınız...

        Saf duygular kalbinize dokunduğunda, benim gibi teker teker insanları affetmeye başlıyorsunuz. Size yalnızca bir kadın bedeni olarak bakan tonlarca adamı, sadece vakit öldürmek için arayan arkadaşlarınızı, sırrına sadık olamayan dostlarınızı, sizi terk edip giden aşklarınızı, elini omzunuzdan çekmiş babalarınızı, başınızı okşamaktan vazgeçmiş annelerinizi, sonu kötü biten hikayelerin yazarlarını, sizi ağlatan filmlerin senaristlerini, derin bir iç çektiren yaralı sanatçıları,,, Ve sen affetmeye başladıkça ayağına bağlı olan yükler de tek tek çözülüyor. Sen hafifledikçe havalanıyor ve havalandıkça kendin oluyorsun. "Kimseye ihtiyacın olmadığının farkına var. Sorunlarından kaçma, onlarla yüzleşmeyi öğren"... Kendin olmanın verdiği huzurun inanılmaz bir sesi var... (Teşekkürler Baba, sana sahip olmama izin verdiğin için)

8 Temmuz 2018 Pazar

Belki

Belki



        "Belki sevmediğinden oluyordur" dedi deli kadın. Anlamsızca bekleyişlerin, umutsuz hareketlerin hatta mana yüklenmiş gibi duran bu felaket sonların hepsine bir sevmeyiş yüklüyor ve adamı hep suçluyordu...

        Adamın söyleyecekleri kadın için önemsizdi belki ama açıklaması gerekiyordu kendini yalnızlığa. Eskiden ellerini sımsıkı tuttuğu, öperken kokladığı o kadın aynı kadın değildi. Bir şeyler ters gitmiş ve kadın değişmişti. Şimdilerde yüzündeki makyajdan tenine ulaşması zorlaşmış, kalbine yaptığı setten atlaması imkansız hale gelmişti...

        Bağırıyordu, haykırıyordu ama ne çare! Kadın kulaklarını öylesine bir umutsuzluğa dikmişti ki, artık kimseyi duymuyor. Hatta kendi sesine, yüreğine dahi dikkat etmiyor, herkesi duymayı reddediyordu...

        Uyuma...


8 Kasım 2017 Çarşamba

Trajikomik Hüzün

Trajikomik Hüzün

blog, aşk, şiir, şair, deneme, hüzün, trajikomik


Ey ahali, var mı kendini bulan?
Yoksa bir ben miyim bu evrende kaybolan?
Sahi neydi yaşamak?
Mum olmak mı istersin, mumluk olmak mı?
Kendimi düşünen adam heykeli gibi hissediyorum epeydir.
Fazla kararlı ama öylece duran.
Belki benimde duran adam heykelim yapılır.
Sonra zaten adım her bir yere yayılır.
Belki bu mavi kız zamanla aranıza katılır.
İnsan gibi hisseder belki kendini.


Mesela bu sabah kendimi çöp kamyonu gibi hissettim,
Az bir vakit geçmeden de öyle olduğumu fark ettim,
Derince bir nefes çektim...
Tüm çöpleri toplayınca kirleniyormuş insan,
Toplasan 5  adamız, etti sana tek lisan,
Fazla uzatmaya gerek yok, uyuyabiliyorsan,
Çekilirken güneş en tepeme, gölgelerim kısalıyor,
Gölge beni terk etme, gözlerim dayanmıyor,
Bir daha geri dönme, bu gidişler bitmiyor...

Sabahın ilk ışığı omuz çukurlarıma vuruyor,
Sevmek neydi diye sorular soruyorum yanımdaki kediye,
Dönmüş biliyormuş gibi bir de "miyav" diyor.
Sevmek ney ahali?
Sevmek yıllarca baktığın çiçekleri, solsun diye balkona bırakmaktır,
Sevmek yüzündeki her gülümsemenin yarım kalmasıdır.
Ve siz bilgili ahali!
Sevmek yenilgiye teslim olmaktır.
Sakın sevmeyin.

Şimdilerde kendimi bir uçurtma gibi hissediyorum,
İnanılmaz özgür ama gökyüzünde kaybolmuş,
"Daha mükemmel değil mi gökte kaybolmak" dedi bir ses!
Kim o diye bakındım etrafa, yok göremiyorum.
Sonra bir rahatlık  geliyor, bu bizim kedi Rıfkı,
Rıfkı'yı sal sokağa 5 dakikada kaybolur,
3-5 gün gider gezer, sonra hemen bulunur,
Garibim gökyüzünü fazla huzurlu bulur,
Sevmek gökyüzünde kaybolmaktır, ona anlatın nolur...

Uykuya her yatışım, uykusuzluğa sürüklüyor beni,
Geçmişe dönüp bir bakayım derken tutuluyor boynum.
Bugünlerde fazlaca hiç'im sadece,
Bir deli gibi kalabalık başım, kafamın içi bomboş,
Hayat sol omzumdan yakalayıp tutuyordu beni,
Ve Tanrı bana yasakladı seni,
Ve siz ideolojileri olan ahali, uyuyun...
Rıfkı sen uyuma, uyutmam.
Daha konuşulacak tonlarca kelime var.
Kaybolmuşluğum ve bir şişe beyaz şarap...


13 Ekim 2017 Cuma

Matmazel 2

Matmazel 2


matmazel, aşk, bir deli mavi, kurmaca, hikaye, deneme


        Matmazel her zamankinden çok bunalmış ve çareyi balkona çıkıp bir şeyler karalamak da bulmuştu. Derin bir nefes ile döküldü tüm cümleler. Sarhoş bir kadın çığlığı duydu derinlerde. Anlatacak çok şeyi vardı. Kaybettikleri de bir o kadar fazlaydı...
   
        Eskiden hep normal gelen şeyler, artık artan özlem ile birlikte garip hissedilir oldu. Bazen diyorum ki "ya hiç tanımamış olsaydım?" Bir adamı, daha hiç görmeden nasıl olur da yıllardır tanıyor gibi hissederim hiç anlamıyorum. Ama oluyormuş işte. Sağda solda, benim ruhumun dahi hissedemeyeceği bir uzaklıkta bir fotoğraf çekiliyor ve benin ömrümden ömür gidiyor gülüşünü gördüğümde. Sonra bir daha güneş hiç doğmamalı bize diyorum...

        Öyle bencil bir kadınım ben işte. "Ya" diyorum "biri benim onda gördüğüm o şeyi görürse!", "Ya benim hissettiğime yakın şeyler hissederse!" Gerçi olmaz değil mi? Benim onda gördüğümü göremezler değil mi? Benim ona duyduğum bu saf sevgiyi onlar yakalayamaz değil mi? Korkuyorum işte, uyuyamıyorum epeydir. Bu düşünceler kemiriyor beynimi. Ve tabi bu his inanılmaz.

        Ve tabi merak ettiklerim de var. Daha dokunamadığım bu teni benden başkasına tövbe eder mi mesela?  Çayı sever mi benim için? Kahve fincanını hangi eliyle tutuyor? Halen mercimek köftesi seviyor mu? Bana gelir mi artık? Kaçmaktan hiç vazgeçer mi? Saçını hangi yöne taramayı daha çok seviyor? Çorap tekini bulabiliyor mu? Saçına sakalına karışmama izin verir mi? Annemin dizi gibi uyuyacağım dizlerinde saçlarımla oynar mı? Rakıyı mı daha çok seviyor, birayı mı?

        Ve tabi bu soruların cevaplarını alınca bir yenilerini ekleyeceğim ardına. Beni iyileştiren o sesini her gün duymak istiyor yüreğim. Sanki açılan her bir yara bir bir kapanıyor. Her iz siliniyor. Yeniden doğuyor yara bandı tutmayan bedenim. Ben yeniden doğuyorum. Bir kez değerse dudaklarım gamzesine, işte o an huzur denilen şeyin aslında çok da uzak olmadığını anlarım. Aslında huzurun onun iki dudağı arasından çıkıyor oluşunu kanıtlarım.

        Ama yapmamam gerekiyor değil mi? Onu kendimden uzak tutmam gerekiyor. Yaralarıma dokunduğunda onun daha da kanayacağını bile bile nasıl olur da beni sev derim ki ona. Hayatım boyunca karıncaya kıyamayan yüreğim, gece'me nasıl kıyar. Açılan hiçbir yara iyileşmez ki. Ne deyim, " bak ben çok yara aldım, çok canım yandı, ne kadar sevsem de canını yakar ellerim" mi diyeyim? "Ben kör bir kuyuyum,  yaklaşma boğulur gözlerin, incinir yüreğin" mi yoksa? Düşüncelerimi boğ, beni en derin çıkmazlara sok. Ben yapamıyorum, sen vazgeç benden... Beni bırakma.

        Matmazel uyanmak istemediği bir uykuya daha daldı sonra...